30 Ekim 2008 Perşembe
ZAMAN PARADOKSU
28 Ekim 2008 Salı
27 Ekim 2008 Pazartesi
Kırmızı Yazı
İnsan ilk karşılaştığında şöyle bir duraksıyor. “Ne yapmış olabilirim ki?”…
Bir mahkeme, üstelik de bulunduğum şehirden epey uzaktaki bir mahkeme siteme yasak koymuş. Allah Allah?…
Ölüm anında insanın gözünün önünden geçtiği söylenen hayat hikayesi misali, yazdıklarımı yorumladıklarımı düşünüyorum… Yok!
Acaba farkında olmadan yere falan mı tükürmüşüm?… Yooo…
İlk şoku atlattıktan sonra, kendi kendime dedim; “ya bu site benim boş zamanlarımı değerlendirdiğim bir yer olmayaydı da, işimi gücümü takip ettiğim bir site olaydı…” O zaman müşterilerimin bana karşı hafızalarına kazınacak ibareye de bakar mısınız? ” Filan mahkeme falan tarihhinde, vır vır vır, engellenmiştir.”Yahu mahkeme, engel, karar… Biz ne biçim bir adamla çalışıyoruz böyle?…”
Neden sonra işin aslı (hala daha net değil ya) ortaya çıktı. Bir tv yayın kuruluşunun yayınını izinsiz bir şekilde yayınlayan birileri yüzünden kapatılmış benim sitem de…
E beeeen?
Yani bana ne? Aferim. Yayın kuruluşu hakkını aramış, bulmuş, uygulatmış… Da niye benim sitem?…
Ben başka arkadaşlarım gibi, “susturamazsınıııız!!!”, “sansüre hayıııır!!!” diye de bağırmıyorum. Mevzu benimle ilgili de değil, gocunayım, muhattapları için de sansür söz konusu değil, düpedüz suç işlemişler…
Neye üzülüyorum?
Ama gerçekten üzülüyorum… Şu andan itibaren 48 saat içinde Cumhuriyet’imizin 85. yılını kutluyor olacağız. Tam da 3 çeyrek asır önce canım Mustafa Kemal’imin gördüğü onca savaştan sonra bile belki de hayatının en yüksek adrenalin seviyesinde verdiği söylevdeki sözleri, yazık yazık yazık ki buhar olup uçuyor.
Bugün Martin Luther’in “hayal”i gerçekleşiyorgibidetamdeğilaslındalaştırabildiklerimizdenmisiniz şeklinde şekilde de olsa yaşanabiliyorsa, umuyorum oğlumun torunu en azından, benim yüce insanımın hayallerinin gerçekten gerçek olduğu günleri görür…
Aman ya… Coşku mu bıraktınız adamda…
11 Ekim 2008 Cumartesi
Keşke
17 Eylül 2008 Çarşamba
İki Lafın Belini Kırmak
14 Eylül 2008 Pazar
Kardelen
10 Eylül 2008 Çarşamba
8 Eylül 2008 Pazartesi
9 Eylül
Her ne kadar yakın tarihimiz böyle özel günlerle dolup taşsa da, hafızalarımızda böyle zamanlar, Cumhuriyet meydanlarını dolduran ilkokul öğrencileri ve anıtlara bırakılan çelenklerle özdeş bir manzara olarak saklanır. Kalbi durma noktasına gelecek heyecanıyla okunan, bir gece önce ezberlenmiş şiirler, mülki erkanın kağıttan okuduğu günün anlam ve önemini bildirir klişeler...
Bazılarımız için "trafik vardı" bahanesiyle işe geç gitmeye bir mazeret, bazılarımız için cuma ya da pazartesiye denk geldiyse ve resmi tatilse yakın yerlere, yazlıklara kaçmak için bulunmaz nimet...
Hafızamız ne kadar zayıf ve bu hatırlatmayı yapmak zorunda kalmak ne acı!..
Bayanlar baylar! Bugün, yokluklarla ama azimle girişilen bir mücadele ile üzerinde yaşadığımız bu toprakların, dürüstçe düşmanlığını gösteren yabancılardan kurtarıldığı gündür... Dürüstçe diyorum, çünkü bu sürecin sonunda anlaşılmıştır ki eski çağlardan beri uygulanan ele geçirme teknikleri artık geçerli olmayacaktır. Hele ki Türk insanı için...
Bu yüzden özellikle kültür ihracatıyla ve yozlaştırılma süreçleriyle etkisiz hale getirilen toplumlar, dünyada egemen güçler tarafından daha kolaylıkla, hatta gerçekten ele geçirip, sorunlarıyla da uğraşmak zorunda kalmadan yönetilmektedir.
Tam burada bir hatırlatma daha yapmakta fayda var; "Egemenlik, kayıtsız şartsız Ulusundur."
Görünür, görünmez pek çok düşmandan kurtuluş hareketinin mimarı Atatürk, eserinin en önemli kilit taşını işte tam da olması gereken yere, egemenlik konusuna koymuştur.
Uygar insanlar gibi yaşamanın en temel gereği, özgürlüğünü kendi elinde tutmak... Tabi tek başına yeterli değil. Bilgi akışı ile pekiştirilmesi gereken ve sürekli gelişim sürecinde olması beklenen bir hayat anlayışıyla, başkalarının özgürlükleriyle çakışmadan, demokratik bir düzen içinde olması gereken bir yaşama sahip olmaktır uygar olmak....
Hakkını teslim ederek anımsamamız gereken günlerden birindeyiz. Tarih dersi vermek ya da ahkam kesmek değil derdim. Ama gerçek olguların ardında yatan kavramların neler olduğunu da ancak tarihi bilmekle öğrenebiliriz. Bunun için de okumayı resimlerine bakmaya tercih edeceğimiz bir alışkanlık haline getirmemiz gerek. Çünkü ülkemiz ve kendimiz için yapabileceğimiz / yapmamız gereken binlerce şey var...
Selamlar.
9 Eylül 2008 Tarihli Körfez Haberci Gazetesinden
1 Eylül 2008 Pazartesi
Islah
14 Ağustos 2008 Perşembe
CAN
4 Ağustos 2008 Pazartesi
Luzumsuzsa Söndür.
30 Temmuz 2008 Çarşamba
Şimdi Ne Olacak?
Kapatma davasında, öncesi, sırası ve sonrasıyla son derece hassas bir dönemi geride bıraktık.
Dava sonuçları, geçmişte olduğu gibi radikal bir kesimi temsil eden bir azınlık partisini değil, ekonomik, sosyal yönleriyle, ülkeye hükmetmekte olan bir partinin durumunu, dolayısıyla da yokluğunda oluşturacağı boşluğun, yaratacağı düzensizliği derinden etkileyecek bir konu...
Ak Parti iktidara gelirken toplumumuzun tercihlerini birinci planda etkileyen faktörlerle, partinin genel çizgisinin yansıttığı siyaset yönelimi aynı değildir.
Bu yüzden, bugün alınan karar hem partiye hem de topluma bir ihtar niteliğindedir.
Partiye, kendisini mahkemeye taşıyan süreçte yaşananların birer suç olduğunu işaret etmiş ve tekrar yapmaması için yasal çerçevelerde bir ceza verilmiştir. Topluma da tercihlerini ortaya koyarken bütün alternatifleri her yönüyle iyi değerlendirdikten sonra karar vermesi yönünde yapılmıştır bu uyarı.
Demokratik katılım süreçlerinde bizlere düşen de kısa dönemde istikrarı sağlamak adına statükoyu korumaktan ziyade alternatif olacak programların etrafında toplanmaktır.
Realitede ortada bugün itibariyle bir alternatif görünmüyor da olabilir. Siyasi partilere baskı uygulayarak onları alternatif olmaya zorlayacak olanlar da yine bizleriz.
Öte yandan gözden kaçırılmaması gereken bir konu daha var. Mevcut hukuk çerçevesinde olabilecek en ağır ikinci ceza uygulanmış olmakla birlikte, söz konusu yapılanmanın (partinin ve onun arka bahçesinin) ekonomik kaynağı sadece hazine yardımı değildir.
Siyasi partiler neticede birer marka ya da ticari birer kuruluş değildir. Olması gerektiği haliyle, toplumun faydasına hizmet etmek için yine toplumun itici gücünü arkasına almış, kendini buna adamış insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş topluluklardır.
Bu yüzden iktidar yarışında galip gelen bir oluşumun, yolda aldığı desteğin diyet borcunu ödemek için yolsuzluklara varan uygulamalardan uzak kalması için belli kriterlere uygunluğu geçekleştikten sonra hazineden yardım almaları gereklidir de zaten...
Ancak sorun bu yardımın mecliste grubu bulunmayan partilere nasıl aktarılması gerektiği noktasında kilitlenmekte. Her önüne gelenin bir parti kurmasına nasıl engel olacaksınız?..
Bunu niçin toplumsal ahlakın belli bir noktada olması lazım gelir ki örnek olacaksa en ileri sayılan batı ülkelerinde dahi bu durum mümkün görünmüyor.
Öyleyse siyasi partilerin ürettikleri politikaları denetleyecek ve takipçisi olacak sosyal örgütlenmelere ihtiyaç vardır.
Meslek odaları ya da daha ötesinde bireyler, kendileriyle ilgili konularda yapıcı tutum sergileyen partilere destek olacak.
Futbol takımı tutar gibi parti tutulmayacak.
Toplum, varlığını 5 yılda bir değil her an gösterecek.
Sorumluluk da görev de tüm katmanlarda paylaşılacak.
Geleceğe daha güvenli bakabilmek, şimdi çok yönlü düşünüp karar verebilmekten geçiyor.
Selamlar.
29 Temmuz 2008 Salı
Yükseliş
Kaç zamanda bir, hangi sıklıkta olduğu değil, bizim unutmuş olma ihtimalimize karşı hatırlamamıza yardım etmesi dolayısıyla önem kazanır...
Hatırladığımız her ne ise, bize tekrardan yaşattığı duygu ve bu duyguların ruhumuzu tekrardan beslemesi sayesinde hayata, hayattan sonrasına ve aşka olan bağlılığımız pekişir.
Bu akşam da böyle zamanlardan biriyle birlikteyiz.
Madden ve manen bir yükselişin yıl dönümündeyiz.
Belki bu yaşananın öznesi direkt olarak bizler değildik ancak sonucu itibariyle, merak edilenler ispatlanmış ve mutlak aşka ulaşmanın yolları bu olayla şekil bulmuştur.
Ruhlarımızın derinlerinde, ihmal ettiğimizi hep hatırladığımız bir yöneliş için böyle bir fırsatı değerlendirmek hepimizin elinde. Üstelik, daha ötelemek için bir sebep de yok.
Bu geceyi iyi değerlendirmeniz dileklerimle.
28 Temmuz 2008 Pazartesi
Patlama
20 Temmuz 2008 Pazar
Ağ İlişkileri / İlişkiler Ağı
Bizim yaşadığımız sürecin içinde olan bitenlere tanık oluyoruz. Yani teknolojik gelişim nereden başladı şimdi nerede yarın nereye varacak... Tabi ki de hayallerin götürdüğü yere...
Şöyle bir benzetme yapmak istiyorum.
Bundan bir zaman sonra, şöyle bir diyalog yaşanması muhtemel;
- Yav biliyor musun arşivlerde ne buldum. Dedemle ninem chat yaparken tanışmışlar ama o zamanlarda sadece yazı yazarak iletişim kurulabiliyormuş, birbirlerini hiç görmeden, özgeçmişlerini, eski ilişkilerini, geçirdiği hastalıkları bilmeden ööyle bodoslama ilişkiye giriyorlarmış... Düşünebiliyor musun?
- Yok artık deli miymiş onlar...
Görücü usulüyle evlenenlere verilen tepkiler çok uzak geçmişte değil hemen çocukluğumuzda, anne babalarımızın arkadaş sohbetlerinde yaptıkları eleştirilerdi... -Televizyon evlere girmeden önce, akşamları insanlar birbirlerini ziyaret eder sohbet ederlerdi yeni jenerasyona anlatmak lazım böyle şeyleri :) -
Teknoloji duyularımıza ne kadar çok hitap etmeye başlarsa onu günlük hayatın bir parçası haline getirmek de o kadar çabuk oluyor. Şimdilik ikisine hizmet veren hali dahi 6. hisleri hareket ettirmeye yetiyor. Bu sayı arttıkça neler olacak bir düşünün. Sanallık algılarımızla ilgili bir durum.
Özgürlüklerin bugün geldiği nokta ve yazılarda da belirtilen kişiliklerdeki kırılmalar vs bir yana, şöyle de bir durum var. Yazarken, konuşurkenkinden en az bir kez daha fazla düşünerek derdimizi iletmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla kişinin karakter yapısına bağlı olarak ifadeler her zaman daha yoğun ve anlam taşıyor...
Bir de reel ya da gerçek ve sanal diye bir ayrım koymanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortama sanal demeye devam ettiğimiz sürece fabrika çıkışlı olarak yaklaşımların da gerçek olmayan bir çizgide olduğunu kabullenmiş oluyoruz... Oysa bu ortamda yaşananlar da gayet gerçek, sadece taraflardan en az birinin yalancı olma ihtimali var ki burda ortamın değil karakterin bir rolü olabilir ancak...
Peki gidişat ne yönde.
Son günlerde ulaşılan bağlantı hızının da prehistorik olmasına az kaldı. Bir gün genel ağ üzerinde Gigabit bağlantıların da olduğunu düşünürseniz, sosyallik adına holografik komşu - komşu lafın gelişi tabi :) - ziyaretleri, etkinlikler hatta tatiller yapmak mümkün olabilir...
İş alanında şimdilerde "aaa homeofis mi yazık fatura kesebiliyor musunuz bari" gibi bakılan şey, hayatımızı kökünden değiştirip, en basitinden anlamsız bir şekilde zıt yakalarda oturup işine gidip gelen İstanbul insannın yolda geçirdiği zamanı daha faydalı işlere harcamasını, evinden sadece eğlenmek için ya da istediği için çıktığından trafik saçmalığının yok olduğunu bir hayal edin...
Ya da zaten ağ bağlantılı kıyafetiyle gittiği her yerden istediği her yere ulaşabildiğini...
Çok mu uçtum yok canım :)
Ağ bağlantısının hayatımıza kattığı ve katacağı her şey için her zaman yerimiz vardır... Buyursun evdeyiz :)
Selamlar
Arka Taş
14 Temmuz 2008 Pazartesi
Çember
10 Temmuz 2008 Perşembe
Küçük bir not:
Ben içime geldiği haliyle yazmaya gayret gösteriyorum. Geri dönüp düzeltme yapmak, her yazdığım için doğru bir davranışmış gibi gelmiyor bana...
Sabrınız için teşekkür ederim.
9 Temmuz 2008 Çarşamba
Suskun
Kamera sıradan üç-beş kişiyi tarayarak geçer, en öndeki orta yaşlı adamda durur.
Adam tam ekmeğe uzanırken, daha iyi giyimli birini eli görünür.
Mevcut en büyük banknotu uzatır. kalan 10 ekmeği alıp gider.
Orta yaşlı adam gözlerindeki kızgınlık ifadesiyle sessiz kalır.
Kamera adamın yüzünden açılarak genişlemeye devam eder.
Dijital efekt kullanılarak fırın, mahalle, şehir ve ülke geneline kadar yukarı çıkılır...
Gönülden bağlı olmak...
Çokça yerde rastladığım, hatta gazetelerin 3. sayfa haberleri içinde sıkça yer alan bir durum: "Sevgilisini/oğlunu/kızını içindeki Tanrı sevgisini azaltmasından korktuğu için öldürdü..."
Üstelik çoğu zaman, kendisini buna yönlendiren, tavsiyede bulunan bir yol göstericisi, şeyhi, şıhı, bir şeyi de olabiliyor...
Bu nedir Allah Aşkına?..
Akl-ı Selim bir kimse böyle bir şey yaparak Tanrı'ya daha yakın olabileceğini düşünebilir mi? Akli ehliyeti olmayanlar yaptıklarından sorumlu tutulamazlar. Peki o kişileri buna itenlere ne demeli? Ya da hiç günahsız katledilenlerin hesabını kim verebilir?
Sevgi, içimizdeki ışık ve her şeyin özünde benliğimizdeki niyet, bizi Tanrı'ya yaklaştırır ya da uzaklaştırır...
Dikkat ediniz, her ibadetin başında sözlü ya da sözsüz olarak, niyetinizi akllınızdan geçirerek bir anlamda kendinize telkinde bulunursunuz... Yaptığınız ya da yapmadığınız fiziksel hareketlerin başlangıcında kalpten bir niyetiniz olmazsa sadece boşuna yorulduğunuzla kalırsınız...
Yani bu şu demek de değildir. "Bak Allahım, bunu yapıyorum, kayıtlara sevap olarak geçilsin lütfen..."
Sizin ne yaptığınızla ne yapmadığınızla ilgili değildir çoğu zaman işin özü...
Kendinizi kontrol edebildiğiniz sürece, aklınızı, bilincinizi gerçek aşka yöneltebildiğiniz sürece, bu yaşamınızda karşınıza çıkan birine deli divane olmuşsunuz, gözünüz başka kimseyi görmemiş... Bunların tamamı bu dünyada kalacak. Siz yanınızda gerçek aşkınızı götüreceksiniz...
Sevgiler.
8 Temmuz 2008 Salı
Kaynak 2
Evrenin düzenini mistik ve ispat edilebilir yanıyla fizik yasalara uygun tasarlama yetisi olan, zamandan ve mekandan ayrı o en yüce varlık için, sizler sanıyor musunuz ki; evrenin tek atomundan galaksiler seviyesine kadar ya da tek hücreli canlıdan en kompleks organizmalara dek geçmesi gereken süreci beklemek gibi bir kaygısı olsun...
Doğrular ve yanlışlar baktığınız yere göre değişebilir, yer değiştirebilir. Ancak mutlak gerçekler sadece vardırlar.
Yaratan ile yaratılan arasında kendine yer bulmaya çalışan asalaklar, her dönemde doğruları kendi keserleriyle yontarak biçimlendirmenin bir yolunu bulmuşlardır. Belki şu kadar sayıda insanı da kandırmayı başarmış olabilirler. Gerçek olansa sadece kendilerini kandırmış olmalarından ibarettir.
Mahkeme günü geldiğinde ödüller ve cezalar gerçek hak tarafından dağıtılacaktır. Hiç bir doğru bu gerçeğin üzerini kapatamaz.
Charles Darwin, belki muhakemesini yürütürken bir yerlerde hata yapmış olabilir. Yeterli şartlar oluşmuş olsaydı belki kendisi de mutlak gerçeği görme şansına sahip olabilirdi. Bilgiyi yanlış yönde yorumlamış olması, varlığını ortaya koyduğu gerçeklerin değerini de azaltmaz şüphesiz... Zamanının imkanlarıyla teorilerinin doğruluğunu kanıtlamak adına yanlış bir yol izleyerek boşlukları düzmece kanıtlarla doldurmaya çalışması ve kendisinden sonra yaşanan düşünce akımlarının yanlış yönlere akıp gitmesi, yine gerçeklerin üzerini örtemez...
Öte yandan. Bilincimizin ve teknolojimizin bugünkü koşullarda dahi ilk bakışta görüneninden daha ilerisini keşfedemediği seviyede bir matematik içeren kutsal yazıtlarda, delil olarak ortaya konan daha nice gizli kalmış gerçek var ki zaman içinde mutlak surette kavramamız ve keşfetmemiz için bizi beklemekte...
Böyle bir yapıya sahip bir bilgi kaynağının sadece yüzeyden ilettiği mesajları alarak, bir de üstüne onları çarpıtarak yansıtmaya çalışan kesim, çıkarları doğrultusunda hareket ettiği sürece de esas gerçeğin iki yakası ne yazık ki bir araya gelemeyecekmiş gibi görünmekte...
Size verilen aklı kullanınız.
Yaratan ile aranıza herhangi bir kişi, kurum, zümrenin girmesine izin vermeyiniz.
Size iletilen mesajları başkalarından değil, birinci kaynağından; başka dilde değil kendi dilinizde okuyup anlamaya çalışınız.
Mutlak gerçekten hareketle, kendi doğrularınızı kendiniz belirleyiniz ve kendi muhasebenizi kendiniz yapınız...
Sevgiler.
8 Haziran 2008 Pazar
Kaynak
Beri yandan, sahnedeki aktörler, güçlü siyasi kadroların planladığı senaryonun oyununu başarıyla canlandırıyorlar. Muzzaffer olan da, olmayan da...
Ama halk, bu yaşanan süreçte her ne kadar tüm kaynaklar kullanılarak depolitize olması için baskı uygulanmış olsa da eskisi kadar tepkisiz değil.
Ortada amacına ulaşmaya çalışan bir topluluk var. Bu, her dönemde, her coğrafyada olabilecek doğal bir durum. Bize özel olansa görüşlerin birbirinden eşit uzaklıkta kalarak birlikte yaşamalarına izin vermiyor olmamız.
Ama örneğin insanımıza doğru din eğitimi verilmediği sürece, popüler akımları ve siyasete bulandırılmış safsataları din olarak algılamaya devam edecek ve özgürlük ve demokrasi adına büyük senaryoda kendine biçilen rolü canı pahasına oynamaya devam edecek.
Anlaşılması zor olan, felaket olduğunu bile varsaysak, sonuçta kimin eline ne geçeceği...
Bir şeyler isteyen küçük kızlarımız var. İçtenlikle hak ettiklerini düşündükleri bir özgürlüğün engellendiği düşüncesiyle hareket ediyorlar. Ancak ne yazık ki özden uzaklaşılarak dinleştirilmiş adetlerin peşinden gittiklerinin de farkında değiller...
İslam akıl dinidir.
İlk emri de "ibadet et" değil "oku" olmuştur.
Sadece resimlerine bakan bir nesil yetiştirmeyi başardığımız için bazı şeyler daha kolay uygulanabilir oldu...
Eğer temel argüman (ki yok böyle bir şey) "helalin olmayan erkek saçının telini görmesin" ise bu pek çok değişik açıdan incelenebilir.
Birincisi, böylece erkekleri (fabrika çıkışı) doğal sapıklar olarak kabul etmemiz lazımdır.
İkincisi, bu argümanda satır arasında verilen mesaj "cinsel arzularını uyandırma" ise erkeğin uyarılması için sadece saç teli görmesi gerekmez. Bir bakış ya da ses tonundaki değişiklik niyet varsa doğru sinyali zaten verecektir. Kaldı ki baş örtüsünün üzerine takılan peruk akıllara zarar bir çözüm olmakla birlikte anlamsız, her haliyle mevcut yasal düzenlemelere de ters, başta geçen argümana da ters "Türk usulü bir çözüm"den ibarettir.
Temel din, ahlak ve cinsellik eğitimi konularını bulundukları raftan indirmekle başlanmalıdır. Bu konular doğru bir şekilde anlaşılmadığı zaman, birey çıkış yolunu bulamadğı pek çok konuda esas kaynağa değil de kendisine dayatılan yaşam tarzını din sanmaya devam edecek, ve bu temel üzerine oturtulmaya çalışılan hak ve özgürlükler çatışmaya doğal bir kaynak olmaya devam edecektir.
Tavsiyem şudur.
Evrensel ve zamanların ötesindeki bir din, yaşadığımız çağdaki hayat tarzlarına tamamen zıt ve hoşgörüsüz olamaz.
Dini vecibelerini hakkıyla yerine getirmek isteyenler, lütfen kitabınızı okuyunuz!
Size emredilenlerin neler olduğunu tam anlamanız için verilen aklınızı kullanınız!
Muhakeme ve yargılarınızı başkası değil kendiniz belirleyiniz!
Günlük dalgalanmalara gelince.
Hayatın kendisi devinimden ibaret. Ve su yolunu elbet bulacaktır.
Zekice tasarlanmış siyasi manevralara karşı, onlardan daha eski bir kaynak var. Cumhuriyetimizin yaşamasını sağlamak için bizler bu kaynağın öğretilerine (heykellerine değil) sahip çıkmalıyız. Özümsemeliyiz!
Ve korkmayınız! Sağlam temellere ve ilkelere oturtulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kolay kolay batmaz da sonlanmaz da...
Esenlikler
11 Mayıs 2008 Pazar
Enerji
Korkularımıza baş tacı ettiğimiz ölüm. Bedenlerin cansız ruhların özgür kaldığı anın başlangıcı.Sevdiklerimizden (bir süreliğine) ayrı kalmak.Zamanın deviniminde sıkışmış hayatımızın sonu.
Ölümden sonraki durumu henüz deneyimleyip de yaşama geri dönmüş bir örnek yok/bilinmiyor.
Zaman bizim için var olan ve her şeyimizi ona göre endekslediğimiz ilginç bir kavram. Mekana ve hareketliliğe bağımlı, olmadığını düşünmeye bile yanaşmadığımız bir kavram.
Uzayı kendimize göre tanımlarken a noktasından b noktasına yaptığımız yolculuğun iz düşümüne karşılık olarak hislerimizle algıladığımız, belki de icat ettiğimiz bir kavram.
Algımızın, beynimizin sınırları, bildiğimiz ya da bilmediğimiz uzayın derinliklerine dek uzansa dahi kavramakta güçlük çekeceğimiz bir permütasyon, kombinasyon denklemi içinde doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Ve bizimle birlikte gördüğümüz görmediğimiz, varlığından emin olduğumuz olmadığımız her türden canlı da aynı şekilde, canlı hayatının başladığı/başlatıldığı ilk andan bu yana.
Ortaya atıldığı ilk andan bu yana zıtlıkların kutuplarından birini oluşturan Darwin'in Türlerin Kökeni Teorisi ve "Kitap" sahibi dinsel inanışların uygulayıcılarının (!) çelişki ve çözümsüzlükte bıraktıkları iki yaklaşımın da birbirini tamamlayacağı bir senaryo nedense bugüne dek ilgi görmemiş. Bu konuya daha sonra detaylı olarak girmek üzere devam ediyorum.
Yörüngeleri içinde birbirlerine çarpmaları gerekmedikçe teğet bile geçmeyen gezegenler silsilesinde olduğu gibi birbirlerine girift olmuş hayatlar yaşanıyor.
Bugün evimde konuk etmeye başladığım balığım, az önce solungaçlarını son kez hareket ettirdi. Göz göze geldik o anda. O beni görüyor muydu bilmiyorum. Ben onu gördüm. Ve o, artık yok.
Onun gözlerine son kez baktığım o anın o zerresinde, yukarıda anlatmaya çalıştığım ve daha anlatamadığım bir yığın düşünce zihnimden geçiverdi. Hep olduğu söylenen, ölmek üzereyken hayatının baştan sona gözünüzün önünden akıp gitmesi gibi.
Zamanın genleştiği ya da düşüncelerin ışık hızını katlayarak yol aldığı o tarifi zor anlardan biri.
Alanında yaptığı çalışmalarla, algımızı ve anlayışımızı, devrimsel bir yaklaşımla zamanda ve mekanda görecelik kavramıyla tanıştıran sevgili Einstein yaşasaydı ona sormak isterdim.
Ders niye uzun sürüyor da dondurma çabuk bitiyor?..
Böyle bakınca, yani zaman düzlemini yok sayınca, ruhumuza dair düşünmek daha olabilir hale geliyor. Sonsuza dek yaşamak yerine sonsuzlukta yaşamak. Mekandan maddeden cisimden bağımsız.
Mutlak ve yok olmayacak olan, ancak şekil ve tür değiştirerek varlığını sürdürecek olan saf enerji.
Bildiğimiz evrenin sınırlarını da aşan, hiçlik içinde de varlığını devam ettiren o enerji.
Ana kaynağından ayrıldığı ilk andan nice sonra, zamanı geldiğinde, ( ama kaynağın durduğu yerden baktığınızda hemen ) içinde enerjisinden barınan her şeyin sonunda tekrar katılacağı o en son nokta.
Semavi dinler bu buluşmaya hak kazanabilmenin yolunu, bu bedenlerimizde bu hayatımızda yapıp ettiklerimizin öngörülen kurallar dahilinde kalmasına bağlıyorlar. Buna göre; ahlaklar için düzenleyici, organize edici yöntemlerden birini seçtiğinizde ve taammüden ona bağlı kaldığınızda sonuçta büyük buluşmaya hak kazanıyorsunuz.
Buna hak kazanamayanlar? Kimi inanışa göre hak kazanıncaya dek bu deneyimi tekrar ediyor, başkalarına göre ise kaybedenlerden oluyorlar.
Bir düşünün. Evreni ve her şeyi kapsayan bir varlık için, enerjinizin akşam yemeğine katılmayışı bir kayıp olabilir mi? Aç kalan derdine yansın.
Sevgili küçük balığım.Bunları düşünmeme yardımcı olmak için hayatını feda ettin. Sevgimden istediğin kadarını al senin olsun.
Görüşmek üzere.
11.05.2008
04:30
9 Mayıs 2008 Cuma
Kıvrımlar
İnsan beyni çok ilginç bir yapı.
Bugün dünya üzerinde hali hazırdaki tüm iletişim ağlarının misliyle bağlantı, her bir bireyin kafatası içinde öylece kullanılmayı bekliyor.
Dahiler beyinlerinin şu kadarını kullanırlarmış gibi bir cümle kurmuyorum.
Özel bir çaba harcamasam da, takip edebildiğim bazı araştırma sonuçlarına göre, orijinal tabiriyle "first in last out" öğrenme sürecinde de geçerli. Yani ilk öğrendiklerimiz ya da algılarımız, boş deftere yazılan ilk yazı gibi yıllar geçse de hafızanın bir yerinde yerini koruyor ve nadir görülen anomaliler dışında asla silinmiyor.
Konuşmayı unutmamamız, kaybettikten sonra ebeveynlerimizi ömrümüzün sonuna dek özlemle hatırlamamız belki de bundandır.
Ya da çocukluk ve ilk gençlikte yaşanan travmaların ileriki yaşlarda ruhsal dengesizliklere dönüşmesi de bu sebepten olabilir.
Bunların yanında son yediğimiz yemeğin, en son sohbetimizin ince detaylarının aklımızdan uçup gidivermesi de yukarıdaki tezi doğrular nitelikte.
Bunları söyledikten sonra mevcut "düzeni" değiştirip, böyle böyle olsa daha çabuk yabancı dil öğreniriz demek gibi bir derdim de yok.
Hayata dair yaklaşımlarımızda, öğrenme ve algımızın sonucunda edindiğimiz bilginin sürekliliği, yaşamı anlamlandırmamızda, deneyimlerimizde, süreçlerin akışına müdahale etmeden, bize kalacak olan "keçi boynuzundaki bal".
İşte bu özün rafineliği ile doğru orantılıymış gibi geliyor bana, dünya üzerinde var olmamızın yerinde ya da yersiz olması.
İlkokuldan itibaren bize bir takım veriler işlendi ve zaman zaman bu verilerin ne kadarını aldığımız sorgulandı. Sınavlara girdik.
Büyüteci biraz daha yukarıdan tutabilirsek, hayatın tamamının bir sınav olduğunu rahatlıkla algılayabiliriz.
Peki bizleri sınava tabi tutan kimdir?
Bir dünya dolusu kabloyu kafamızın içine yerleştirmeyi becerebilmiş olan varlıktan başkası değil elbette.
4 Mayıs 2008 Pazar
Aşk, hayat ve renkler.
Algınızı, görebilirliğinizi, farkındalığınızı, bilincinizi, hasılı benliğinizi harekete geçiren o ışık...
Elbette ki karanlığın içinde de kendi çerçevesinde bir hayattan, bir döngüden söz etmek mümkün. "Kötü" ile özdeş tutmak da tartışılır.
Alışkanlıklarla ve biraz da bildiklerimizle/öğretilenlerle yetindiğimiz zaman, klişelerle anlatıyoruz ya kendimizi; aydınlık, nurlu, pırıltılı şeyler her zaman ilgimizi çeker pervane misali. Pervanenin akıbeti malum. İnsan olarak bizi pervaneden ayıran da bilincimiz, özgürlüklerimiz ve seçimlerimiz.
Çeşitli öğretilerde de bu seçimlerimizin sınandığına dair söylemler vardır. Bu hayat, sonraki hayat, sınıfı geçenler, kalanlar.
Ölümden önce de bir hayat vardır.
Ve aşk; körü körüne, bağnaz, tutucu, bilinçsiz değil, bilerek ve isteyerek ( taammüden ) yaşandığında, öznesi ne olursa olsun ( kadın, erkek, iş, inanç ) sıcaklığı ve ışığıyla içimizi ısıtan bir şeydir.
Korkular, yanlış yapma hissi ile beslenir.
Korkmadan aşık olmak için de önce bilmek gerekir. Bilmek için öğrenmek, öğrenmek için akıl (ki var olduğunu kabul ediyoruz), görmek/algılamak, algılamak için de ışık.
Sevgiyle.
30 Nisan 2008 Çarşamba
1 Mayıs
68 model söylemlerle 2008'de bir yere varmayız.
Bugünün tarihçesi, bizim hiç yaşamadığımız bir sürecin sonucunda ortaya çıkan ve aynen demokratikleşme sürecinde olduğu gibi belli aşamalardan geçerek, böyle günleri "bayram" ilan etmeyi hazmedebilmiş toplumların vaktiyle kabul ettiği bir durum...
Bu toplumlar bugün böyle günleri tatlı bir nostaljiyle karışık bir tebessümle yaşayabiliyorlarken, bizim aynı günlere denk gelen tarihçemiz çok da aydınlık değil... Bunun yükünü toptan provakasyonlara yüklemek de doğru değil. Çünkü provake edenlerin provake olduğu, bilinçsiz geniş insan yığınları olmasaydı, yüreğimiz burkularak andığımız atıralarımız da olmazdı...
2008 toplamında yaşadığımız diğer tüm süreçlerde internetle, tartışma programlarıyla umut vadeden bir gelişmeyi tüm "eleğini asmış" dünya toplumlarıyla eş zamanlı bir şekilde birlikte yaşıyoruz...
Yaşanan devinim, evirim her ne varsa bizler de bir ucundan yakaladık ve tabi ki de arayı kapatmanın sancılarıyla birlikte yeni bir döneme hep birlikte alışmaya çalışıyoruz...
Bu yeni dönemdeki terminolojide klasik anlamıyla işçi, proleter, sınıf vb gibi kavramlar da evrim geçirmekte...
Dolayısıyla sokaklara dökülmek, bir anksiyetenin peşinden koşmak, kar zarar tablosunda çok getirisi olan davranışlar değil.
Akıllı olmak lazım. Tarih, geçmişten ders almayanlar için masaldır ve uyutur... Geçmişteki bilinçsiz halk yığınlarından farklı olarak doğru zamanda doğru tepkileri vermek en iyisi... 1 Mayıslar değil seçimlerimizi ortaya koyduğumuz günler, sonrasında da bize faydası dokunacak politikaların takipçisi olduğumuz zamanlar çok çok daha önemli...
Böyle baktığınız zaman,
Her gününüz kutlu olsun!
Selamlar.
24 Şubat 2008 Pazar
Yalnız Değiliz Bu Dünyada
Biz bir elmanın iki yarısıyız... Oldu canım...
Mutlu hisssetmenizi sağlayan, acının bastırıldığı andır. Beyninizin kıvrımlarında...
Mutsuzluğun tek açıklaması olabilir: Devinimin olmayışı...
İnancın da yitirildiği (Dikkat! Yok olduğu değil, kayıp olma durumu... Bulacaksın!) an da tam bu zamana denk gelir.
Hayatının sinüs eğrilerini yönetemezsin. Doğruların sana bu çalkantıda yol gösterecek...
İçinden (ya da haykır sen bilirsin) 3'e kadar say...
Yalnız değiliz bu dünyada, melekler de var...
24 Ocak 2008 Perşembe
Ya Aşk Olmasaydı
Ben ben olur muydum
Gözlerin olmasaydı...
Nefesim ne işe yarar
ısıtmazsa ellerini
ve umudum
ve dumanı sigaramın
ve vapurlarda çay içmelerim
koşturmalarım
oradan oraya
oradan
sana
Ya aşk olmasaydı
ben sen olur muydum
Bir yastık yetti
bunca zaman
ak var artık saçlarımda
sen varsın kalbimde
Çıkarsan...
Bu gece de kal olur mu?
15 Ocak 2008 Salı
Kadın...
beklemelerimden olsa gerek.
Korkuyu da aynı gün tanıdım,
Islığımı hep içimden çaldım...
İçim sensizken
bardaklar da boş
hayat gibi
sarhoş bile olamadım
Güneş nasıl bir şeydi
bana hatırlat olur mu...
Bakayım sabahtan
Uyandığında gözüm kamaşıp da kör olmazsam
senin yüzünden...
Şimdi ne rüyalar görüyorsundur sen.
Az önce şöyle bir döndün de
yine saçın döküldü yüzünden
mahsun
bebek
kadın....