4 Mayıs 2008 Pazar

Aşk, hayat ve renkler.

Her türlüsü güzel. Teknik olarak siyah bir renk olmasa da maalesef/iyi ki hayatın içinde var. Aşkı hayatın ta kendisi gibi görebiliyorsak içinde her renkten, her tondan ışık yansımalarının olması da doğaldır. Bu, onun içinde barındırdıkları ve üzerine yansıyan ışıkla alakalı bir durum...

Algınızı, görebilirliğinizi, farkındalığınızı, bilincinizi, hasılı benliğinizi harekete geçiren o ışık...
Elbette ki karanlığın içinde de kendi çerçevesinde bir hayattan, bir döngüden söz etmek mümkün. "Kötü" ile özdeş tutmak da tartışılır.

Alışkanlıklarla ve biraz da bildiklerimizle/öğretilenlerle yetindiğimiz zaman, klişelerle anlatıyoruz ya kendimizi; aydınlık, nurlu, pırıltılı şeyler her zaman ilgimizi çeker pervane misali. Pervanenin akıbeti malum. İnsan olarak bizi pervaneden ayıran da bilincimiz, özgürlüklerimiz ve seçimlerimiz.

Çeşitli öğretilerde de bu seçimlerimizin sınandığına dair söylemler vardır. Bu hayat, sonraki hayat, sınıfı geçenler, kalanlar.

Ölümden önce de bir hayat vardır.

Ve aşk; körü körüne, bağnaz, tutucu, bilinçsiz değil, bilerek ve isteyerek ( taammüden ) yaşandığında, öznesi ne olursa olsun ( kadın, erkek, iş, inanç ) sıcaklığı ve ışığıyla içimizi ısıtan bir şeydir.

Korkular, yanlış yapma hissi ile beslenir.

Korkmadan aşık olmak için de önce bilmek gerekir. Bilmek için öğrenmek, öğrenmek için akıl (ki var olduğunu kabul ediyoruz), görmek/algılamak, algılamak için de ışık.

Sevgiyle.