9 Mayıs 2008 Cuma

Kıvrımlar

Bir zerrenin tetiklemesiyle neleri hatırlayabildiğinizi hiç düşündünüz mü?

İnsan beyni çok ilginç bir yapı.

Bugün dünya üzerinde hali hazırdaki tüm iletişim ağlarının misliyle bağlantı, her bir bireyin kafatası içinde öylece kullanılmayı bekliyor.

Dahiler beyinlerinin şu kadarını kullanırlarmış gibi bir cümle kurmuyorum.

Özel bir çaba harcamasam da, takip edebildiğim bazı araştırma sonuçlarına göre, orijinal tabiriyle "first in last out" öğrenme sürecinde de geçerli. Yani ilk öğrendiklerimiz ya da algılarımız, boş deftere yazılan ilk yazı gibi yıllar geçse de hafızanın bir yerinde yerini koruyor ve nadir görülen anomaliler dışında asla silinmiyor.

Konuşmayı unutmamamız, kaybettikten sonra ebeveynlerimizi ömrümüzün sonuna dek özlemle hatırlamamız belki de bundandır.

Ya da çocukluk ve ilk gençlikte yaşanan travmaların ileriki yaşlarda ruhsal dengesizliklere dönüşmesi de bu sebepten olabilir.

Bunların yanında son yediğimiz yemeğin, en son sohbetimizin ince detaylarının aklımızdan uçup gidivermesi de yukarıdaki tezi doğrular nitelikte.

Bunları söyledikten sonra mevcut "düzeni" değiştirip, böyle böyle olsa daha çabuk yabancı dil öğreniriz demek gibi bir derdim de yok.

Hayata dair yaklaşımlarımızda, öğrenme ve algımızın sonucunda edindiğimiz bilginin sürekliliği, yaşamı anlamlandırmamızda, deneyimlerimizde, süreçlerin akışına müdahale etmeden, bize kalacak olan "keçi boynuzundaki bal".

İşte bu özün rafineliği ile doğru orantılıymış gibi geliyor bana, dünya üzerinde var olmamızın yerinde ya da yersiz olması.

İlkokuldan itibaren bize bir takım veriler işlendi ve zaman zaman bu verilerin ne kadarını aldığımız sorgulandı. Sınavlara girdik.

Büyüteci biraz daha yukarıdan tutabilirsek, hayatın tamamının bir sınav olduğunu rahatlıkla algılayabiliriz.

Peki bizleri sınava tabi tutan kimdir?

Bir dünya dolusu kabloyu kafamızın içine yerleştirmeyi becerebilmiş olan varlıktan başkası değil elbette.