21 Mayıs 2018 Pazartesi

Vıkvık Yapma Oy Kullan

Çok kısa bu sefer;

İçinden geçtiğimiz dönem, toplumun hemen her kesimi tarafından bir an evvel geride bırakmak istediği bir dönem.

Sürekli bir seçim atmosferi ve beraberinde getirdiği ekonomik zorluklar, mevcuttaki süre gelen sıkıntıların katlanarak çoğalmasına sebep oluyor.

Ülkenin nefes almaya çok ihtiyacı var.

Kimsenin de elinde sihirli bir değnek yok ki bugünden yarına her şeyi düzeltebilsin. Ama umut var. İstek var.

Her alanda doğru politikaların üretilmesi, fizikteki NŞA, normal şartlar altında bile doruk seviyede zorken, anormal koşullar altında, anormal tedbirler almayı gerektirir...

Bir liste itirazıdır gidiyor bugün. Vay efendim az sayıda kadın varmış, Deniz Baykal niye konmuş yine vs.

Ey oy kullanacak sevgili arkadaşım! Eleştirdiğin liderin son zamanlarda yaptığı akıllı hamleler, iktidar sahiplerini hep ters köşeye yatırdı. Bundan sonra yapacakları da öyle.

Mikro demokrasiyi bir süre unut! Makro demokrasiyi tesis ettikten sonra, inan ki nerede kalmıştık diyerek bu meselelere de dönülecektir.

Senin attığın twit sayısı kadar yıldır siyasetle, bürokrasiyle haşır neşir olmuş bu insanlara biraz güven.

Bu süreçte itirazlarla kaybedilecek zaman yok.

Kısa olacak demiş bulundum :)

Hasılı, sen iyisi mi vıkvık yapma oyunu kullan.
Cumhurbaşkanlığı için 1.,
Meclis için 6. sıraya...

Bahçeli olsa, "1 ve 6, bak 16 işte, 16 yılın sonu gelmiştir. Bu iktidarı göndermek için daha ne beklenmektedir!" falan derdi... Canım ya...


18 Mayıs 2018 Cuma

Nerede O Eski 19 Mayıslar

Bugün kendisi de bir çiçek olan sevgili eşim, eve gelirken çeşit çeşit saksı çiçeği alıp gelmiş. İçlerinden biri de arslan ağzı... 

Hop! Işık hızıyla döndüm mü sana çocukluğuma :) Bahane aradığım da doğrudur ama gerçekten, yazlığımızın bahçesinde en sevdiğim çiçeklerden biriydi arslan ağzı. Her akşam Edremit dönüşü şortunu giyip hortumla suladığı Atatürk çiçeği babama rezerve olduğu için, bize de diğerlerinden seçmek kalıyordu haliyle... Bizimkilere sorsanız bilmezler aslında ben hangi çiçeği severim, yani daha çok... İçten içe, sessizce severdim ben, arslan ağzı ve zıpçıktıları... 


Yeni nesil bilmeyebilir, arslan ağzının çiçeğini iki yanından bastırırsanız, gerçekten bir arslanın ağızını andıran bir hal alır... Artık çocuk aklımla ne hayaller, hikayeler uyduruyorduysam onlarla oynarken, unutmuşum ama derinlerde bir yerlerde izi kalmış demek ki...

Bir çocuğun hem çocukluğunu hem de ilk gençliğini geçirebileceği, zamanın şartlarına göre en ama en! güzel yerlerden biriydi  yazlığımız. 1 Mayıslarda Edremit'in doktorları, avukatları ve eczacılarından mütevellit bir grup daha yakın olan mesire yerlerinde piknik düzenlerdi. Ama 19 Mayıslarda, babam nöbetçi değilse ya da hastası yoksa, mavi anadolumuza doluşup 35 km uzaktaki yazlığımıza giderdik ailecek. Her seferinde arabadan indiğimde boyumdan uzun otlarla karşılaşmak çok şaşırtırdı beni... Hepi topu 3 hafta sonra okullar kapandığında yaz tatili için tekrar geldiğimizde eser kalmayan o yemyeşil otlar...

Biraz daha büyüyüp de lise zamanına eriştiğimde malum 19 Mayıslar artık katılmam gereken törenlerin de olduğu bir bayram haline gelmişti... Hem de ne tören! Eğitim döneminin belki de en başından itibaren hareketleri belirlenen, beden eğitimi derslerinin yegane konusunu oluşturan, heyecanın da doruklarda yaşandığı...  

Heyecanın bir sebebi de, geçit töreninin ardından kasabanın tek futbol sahasında yapılan gösteriyi hata yapmadan tamamlayabilme derdinden kaynaklanıyordu. Ben o gösteri takımlarında hiç bulunmadım aslında ama yine de o bayramın anlamı, bir şeylerin başlangıcını oluşturması, her zaman, şimdi bile kalbimin normalden daha hızlı atmasına neden oluyor.

Yaş aldığım doğrudur. Ama sanırım ben kendimi, 10 yılda yaratılmış her yaştan 15 milyon gençten biri olarak görmeye devam edeceğim. Tabi 10, 95 oldu, 15, 82 o ayrı...

Da...

Şurası da bir gerçek ki, bir şeyler  de eksik kaldı, olduramadık...

Aradan geçen zamanda çok gereksizlikler oldu, çok zaman kaybettik. Bu düşünceler ne kadar canımı sıkıyorsa da, çocuklarıma baktığım zaman yine umut doluyor içime... Biz belki kıymetini bilmeden yaşadık, yanlış giden şeylere dur diyemedik, ama onlar başaracaklar...

Sadece ekmek olsa iyi, her şey arslanın ağzındayken bile :)

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Muasır Medeniyet

Sapla samanın iyiden iyiye birbirine karıştığı bir dönemde yaşıyoruz.

İnsanlar, sadece yurdum insanı da değil, külliyen neredeyse bütün insanlar, bilgiye ulaşmanın tüm zamanların en kolay hale geldiği bir devirde, bu kadar bilgisiz kalabilmeyi başardıkları gibi, eksikliğini de hiç hissetmiyorlar.

Benim babam, rahmetli, lise zamanlarında devletin yatılı okulunda okuyormuş. Köyünden de epeyce uzak kaldığı için, hem de imkansızlıktan, kısa tatillerde hep okulunda kalırmış. Okula devam ettiği süre boyunca, okulunun kütüphanesindeki roman şiir vb. normal kitapları bir tur okuyup bitirdiği gibi, mevcuttaki ansiklopedileri sıraya sokup okumaya başlamış...

E o zaman bir sinema var, ona da gidecek para yok, bir de radyo. Başka eğlencesi olmayınca insanın, haliyle okumaya veriyor kendini. Ama radyoyu da takip edermiş orası kesin. Klasik müzik bestecilerinin hemen hepsini sayardı sıradan. Eşlik etmediği türkü yok gibiydi. Sesli olarak yapmazdı annem varken ama ben gözünden anlardım...

Bilgi ilginç bir şey. Düşünsene, biliyorsun!

Bildiğin zaman, artık o her ne ise, başka bildiklerinle karşılaştırıp, aralarında bir bağ var mı yok mu onu keşfedebiliyorsun... Olaylar olgular arasında korelasyon kurabiliyorsun. Belli koşullar oluştuğunda, sonucun ne olacağını az çok tahmin edebiliyorsun... Şimdilerde bunu algoritmalarla yapıyorlar. Ama sanılmasın ki bilgiyi kürekle bilgisayara yükleyince yazıcıdan hop diye rapor çıkıyor... Onun da ince hesaplamaları analizleri var, hala ya da henüz insan eliyle yapılan...

Bunu yapan kurumlara falan rastlamışsınızdır. TV haberlerinde geçti mesela en son. Bizdeki algısıyla "amaaaan komşum, kapatıcam valla feysbuk hesabımı, her şeylerimizi dinliyorlarmış" şeklinde yer bulan, işi bilenlerin de büyük veri analizi dedikleri hikaye...

Incık cıncık anlatacak değilim, zaten derinlemesine bilmediğim konular. Derdimi anlatacak kadarını biliyorum öyle söyleyeyim...

Ama şu var, hani adını anmaktan çekindiğiniz kişi var ya, işte onun neredeyse bir asır önce hedefe koyduğu muasır medeniyet seviyesini aşma meselesi... İşte o muasır medeniyetler, yani çağdaşımız olan uygarlıklar, bu tip olaylarla haşir neşir vaziyetteler... Yani o geçmemiz istenen çıtanın seviyesi buralarda...

Bunu isteyen nasıl birisi diye hiç düşündünüz mü bilmiyorum.

Zaman içinde onca unvan isim almış olduğu halde, annesinin sadece "Mustafa'm" diye çağırdığı, ki tartmak, ölçmek bize düşmez ama peygamber sevgilerini biricik oğullarına ismini vererek taçlandıran bir aileden söz ediyoruz.

Ailesinin hali vakti yerinde olsa da, zamanın ağır şartları sebebiyle eğitimine askeri lisede devam eden, burada derslerindeki başarının yanında terbiyeli ve örnek davranışları sayesinde adına Kemal eklenen, zamanının olabilecek en iyi koşullarında kendisini yetiştirmeyi becermiş bir kişilik...

Hem asker olması, hem de mensubu olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun coğrafyasında gelişen olaylar, bir yerde kaçınılmaz olarak adına Gazi unvanı eklenmesine sebep olurken, o, tarihimizde az sayıda askerin layık görüldüğü Mareşallik yolundaki yükselişini hiç düşünmeden bitirerek, bambaşka bir düzen içinde kariyerine sil baştan başlamayı göze almıştır.

Bu yeni kariyerindeki başarısının bir sonucu olan Türkiye Cumhuriyeti de, sırası geldiğinde onu
Atatürk soyadını vererek onurlandırmayı bilmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılım hamlelerinin ivmesini de göz önünde tutarsak, o zamanki çağdaşlarını yakalayıp önüne geçme konusunda neden bu kadar istekli olunduğunu da anlayabiliriz... Çünkü, dünya düzeni, o zaman da şimdi de, haklı ve güçlü arasındaki dengeyi hep güçlü olandan yana kullanmakta...

Hayır bunları yazmak zorunda hissediyorum, neden? Toplumumuzun bir kısmı, (küçük, küçücük) kendisini reddetme noktasına doğru ilerlerken, daha geniş bir kesim, bir roman kahramanı gibi değerlendirmeye başladı çünkü... Bir efsane yarattığı doğrudur. Ama her olan bitenin ardında yaşanmışlıklarıyla, özlemleri ve rahatsızlıklarıyla bir insan olduğunu unutmaya başladık...

Atatürk inşa ettiği cumhuriyet ile bu toplumun tutkalıdır. Geçmişinden ve coğrafi koşullarından dolayı, kültürlerin, milletlerin ve inançların geçiş noktası halindeki Anadolu üzerinde kurulan Türkiye'nin belki de tek ortak paydasıdır. İstenildiği kadar küçük ve farklı parçalara bölünmeye, ayrıştırılmaya çalışılsın, bu ülkenin insanları için kırmızı çizgi, vatanları ve onun var olmasını sağlayanlardır.

Dolmuş yolculuğu yapanların mutlaka başından geçmiştir. Arka dörtlüde üç kişi oturuyorken, dördüncü yolcu gelir, önce koltuğun ucuna oturur, çok az sonra mabadı geriye doğru kaydırır, buraya kadar normal, birazdan bacaklarını aralayıp, ona ait alanın sınırlarını biraz aşar, sesinizi çıkartmaz, rahatsızlığınızı ters bakarak dahi olsa ifade etmezseniz, yayıldıkça yayılır artık...

Ancak bu ülkenin insanları, zaman içinde içi boşaltılmaya çalışılan değerlerine her zaman sahip çıkacaktır.

Nitekim, yüz yılı aşan köklü bir kurumun başına nasıl geldiği malum bir hödük, çıkıp Atatürk'e, taşıdığı değerlere cart curt ederse, ağzının payı itinayla verilir...

Net!

Gazze Üzerine

Avcı toplayıcı düzendeyken hayat ne güzelmiş... Çok çok bir gergedan ezer, ya da açlıktan ölürmüşsün... Küçük gruplar halindeki insanlardan erkek bireyler ava çıkar, artık ne zaman dönerlerse, sığındıkları inde yiyecek bekleyenlerle paylaşırlarmış ganimetlerini. Boş dönerlerse de artık topluluktaki kadın bireyler inin yakın çevresinde ne ot çöp buldularsa onlarla yetinirlermiş.

Bu cinsiyetçi yaklaşıma karşı çıkan pek yok gibi ama araştırmalar tersi ya da karışık durumların olduğunu da gösteriyordur elbet. Zaten konumuz da o değil...

Deyişe yakışır bir şekilde, henüz geliştirilmemiş olsa da, ekmek elden su gölden bir durum. Doğalgaz faturası yok, ev kirası yok, trafik yok... Sabah kalkıyorsun, acıktın mı, yiyecek bir şey varsa yersin, yoksa çıkıp bulur öyle yersin... Akşam mı oldu, yetiştirecek sunumun yok, kaçırdığın dizi yok, azalan internet kotası yok... Uykun gelince bulduğun bir yere kıvrıl uyu...

Gelişmişlik zannediyoruz ama o ilk çiti çeken var ya o ilk çiti çeken... Evinin etrafını çevirip, buralar benim, geçeni fena yaparım diyen... İşte ne olduysa o ilk çitten sonra oldu zaten...

Bu ev benim. Bu tarla ailemin. Bu mahalle bizim. Bu kenti biz yönetiyoruz. Bu toprakların hepsi bizim ülkemiz...

E çık yukarıdan bir bak bakalım. Hangi birinin sınırı görünüyor... Bir tane insan görebiliyor musun o kadar yüksekteyken. Göremezsin! Yok ki...

Yine alakasız ama hazır yükselmişken araya sıkıştırayım;

          Aldanma kara bulutlara,
          Gecenin zifiri korkutmasın seni.
          Dik tut başını.
          Bil ki,
          Yeterince yükseldiğinde,
          Aydınlatacaktır güneş yüzünü...



Peh peh peh... Cinas mı ararsın, mürsel mecaz mı hepsi var Ya Hu! :)

Neyse... Aslında olmayan sınırların beş santimi sende kaldı, yok oradan nehir geçiyor, o nehir benim... Gibi, iler tutar bir yanı olmayan mevzular yüzünden aman efendim ne savaşlar ne savaşlar...

Değil arkadaşım. Sana ait değil!.. Hani illa ki bir aidiyetten konuşacaksak, o iddia ettiğin her neyse, o, sen, ben, baban, deden... Gördüğün görmediğin her şeyin tek bir sahibi var. Seninkisi olsa olsa kiracılık, ya da hadi muhafızlık olur... O da ömrün çerçevesinde... Öldün, o da bitti...

Hazır Yaratıcı'dan dem vurmuşken;

Aklı erip de konuşmayı becerebilen ilk insandan (dolayısıyla ilk peygamberden), son peygamberine kadar, değişik dillerde, değişik dinlerde, değişik adlarla anılan Allah, hemen hepsinde ortak olarak demiş ki; öldürme, çalma, inancından, öğretilerimden sapma, dünyadaki hayatını doğrulukla, güzellikle geçir ki sonra bana döndüğünde seni mükafatlandırayım...

Sırf yazıya döküldüğünden midir, yoksa an itibariyle dünyada yaşayan popülasyonda çoğunluğu ele geçirdiklerinden midir, artık orasını kendi bilir, aynı istikamete yönlendiren kulvarlardan üçü, neredeyse aynı lokasyonu kendileri için kutsal saymış.

Evet Kudüs'ten bahsediyorum.

Mesela, dünya küresine bir çomak batır tam Kudüs'ün olduğu yerden, kürenin öbür tarafından çıkan ucu nereye denk geliyorsa, aslında kutsiyet bakımından, o yer ile şu paylaşılamayan Kudüs, inanın bana aynıdır. En nihayetinde, "sana faydalanman için verilmiş" armuttan bir farkı yok. İyi bakman şartıyla verilmiş bedenlerinde olduğu gibi...

Neyi paylaşamıyorsun!

Niye paylaşamıyorsun!

Neden?!

Şeklini şemalini bilmediğin bir varlık adına sözde, derdin gücün şekille şükülle bir mekanı elimde tutayım... Tamam, inandığın din o topraklarda doğdu. Tamam en kıymetli hadiselerinden çoğu orada gerçekleşti. Tamam günahların en büyüğü de orada oldu. Kendini affettirmek için, senin için çok kıymetli olduğu için, ilk kez gerçekleşen bilmem kaçıncı hayırlı olayını yad etmek için orayı elinde tutmak istiyorsun.

Da... Sahibi sen değilsin güzel kardeşim.

Paylaşacaksın!

Bu kadar basit Ya Hu!

Hasılı; Kudüs, zaman geçirilmeden yönetimsizleştirilmelidir. Sahipsizleştirilmelidir. Bırakınız herhangi bir devletin başkenti olmayı, en basit belde statüsünde tutulup, ki belediyecilik işleri yapılabilsin, tamamen dini ibadetler için eşit olarak ayrılmış bir şehir haline getirilmelidir.

Bugün şu sayıda insan öldü, bu kadar da yaralı var. Bu kanıksanacak bir şey değil arkadaşım!
O ana gelene kadar senin benim gibi hayatın her aşamasından geçmiş, ve sırf ben yaptım oldu diyen bir yönetimin halt etmesi yüzünden de son nefeslerini vermişler... Yoklar yani artık...

Paylaşmayı öğreneceksin!

Bunu öğrenmek için tüketiyorsun o oksijeni...

14 Mayıs 2018 Pazartesi

Güzel Şeyler de Oluyor

Yine güneşin cömertçe ısıttığı bir günde kendime gölge bir yer buldum Caddebostan sahilinde bir çay bahçesinde...

Hemen yanımda orta yaşını geride bırakmış bir beyefendi, telefonla bir iki konuda yardım almaya çalışıyordu. Böyle yetiştirilmese de insan ister istemez kulak misafiri oluyor haliyle.

Televizyonuna kablosuz kulaklık bulabilmek için en az üç yeri aradı, derdini anlattı, bekledi, bir daha anlattı ve sonunda takip edebidiğim kadarıyla da yanlış yönlendirildi. Tabi ki bunun farkında değildi. O, muhtemelen bu iş için ayırdığı paranın çok üzerinde olmakla birlikte aldığı cevaplardan memnun görünüyordu.

Başka bir konuda da müşteri temsilcileriyle cebelleşmesini sabırla bekledikten sonra, özür dileyerek aradığı ürünü en uygun koşullarda nereden bulabileceği ile ilgili fikrimi söyledim, pek sevindi... Bir beyefendi olduğundan telefonda bağırarak konuştuğu için özür dilemeyi de ihmal etmeden tabi..

Ben insanların böyle ortamlarda tanımadıkları halde birbiriyle sohbet etme cesaretini göstermediklerini düşünürdüm. Çevrelerine ördükleri yüksek duvarların ardında güvenli ve mutlu mesut yaşadıklarını düşünürdüm. Ama işte nezaketle yaklaşınca insanlar hala daha çevrelerine ilgili ve olmadık bir şekilde yardımlaşmaya açıklar... Bu durum etrafıma biraz daha umutla bakmama yardımcı oldu diyebilirim...

Şu an bulunduğum bu ortamda yaş ortalamasının bir hayli yüksek olması da böyle bir deneyim yaşamamda etkili bir faktör. Bunu yadsımak olmaz ama kafamı kaldırıp etrafa baktığım zaman, masadan masaya sohbet eden, güler yüzlü genç insanlar da var.

İnsan ister istemez, bu hoşluklarla mekandaki insanların sosyo-ekonomik durumları arasında bir bağ kuruyor ama yine de güzelliklerin toplumun her kesimine yayılması için bir başlangıçtır.

Hasılı, güzel şeyler de oluyor...

11 Mayıs 2018 Cuma

Ülkenin Neye İhtiyacı Var?

Bunu sakince bir düşüneyim dedim ve anında karşıma çıktı... Evet bu ülkenin sakin olmaya ihtiyacı var.

Büyük pencereden bakınca bir şey değilmiş gibi görünüyor ama buyrun işte benim  bile ömrümün üçte biri, aklımın erdiği zamanın ise yarısından fazlası bir süredir, ülkecek her Allah'ın günü hop oturup hop kalkıyoruz. Biraz dışarıdan bakmaya çalışsam bille her yıl bir seçim yapıyormuşuz gibime geliyor. Zaten de öyle aslında...

Gayet majör konularda, derinlemesine inceleme yapmadan, konunun uzmanlarının görüşlerine danışmadan,  yangından mal kaçırır gibi kararlar vermemiz bekleniyor. Üstelik süreçler içinde konuşulan argümanların yöneltilen soru cümlesiyle uzak yakın ilgisi olmadan.

Sen ve senin gibi düşünenler, vaktiyle şunu şöyle, bunu böyle yaptığı için şimdi berikini böyle yapmak gerekiyor şeklinde, elmanın armutla toplandığı, üzümle çarpıldığı, tutarsız laf kalabalıkları...

Kim daha yüksek tondan bağırırsa onun daha haklı olduğunu sanan, sorgulamayan bir toplum olduk çıktık. Üstüne bir de zayıf bir hafıza eklenince, dün  söylediği ya da yaptığı bir şeyin bugün tam tersini savunan liderler, o an için karşısındaki güruh ne duymak istiyorsa onu söyleyip günü kurtarmaya başladılar...

Bu meseleler daha da çeşitlendirilip uzun uzun anlatılabilir. Ama buna artık zaman yok.

Hemen yapılması gerekenler var onun yerine...

İlk elden 3 Y birbirinden ayrılmalıdır. Biri diğerinden daha üstün olmayan bu mekanizmadaki unsurların işleyişlerindeki dengeyi tekrar kurmamız gerekiyor.

Bu 3 unsurun, yenilenen koşullar ve gelecekteki ihtiyaçlar öngörülerek kendi içlerinde yeniden yapılandırılmaları lazım.

Yasa koyucunun, temel konularda, işleyişinde kötüye kullanmaya yol açabilecek boşluklar olmayan kanunlar hazırlaması gerekir. Bunun olabilmesi için, her türden ideolojik kimliğinden soyunarak, sadece ilkeli bir adaleti yapılandırmayı amaç edinecek uzman hukukçu ve dil bilimcilerden oluşacak bir komisyon kurulmalıdır.

Anayasa dediğimiz metin, her konuya derinlemesine yön vermek yerine adını da aldığı ana koularda sınırları çizmeli toplumun her kesiminden insanların anlayabileceği bir dille ve olabildiğince az ama kapsamlı maddelerle, herkesin ezberinde yer bulmalıdır...

Kanun dediğimiz şey, herkes için lazım. Dolayısıyla birileri tarafından suistimal edilebilecek, maharetli hukukçuların boşluklarından faydalanabileceği şekilde değil, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde, adil yargılanmaya yadımcı metinler olarak hazırlanmalıdır.

Bu metinleri değerlendirecek savcı ve avukatların da görevleri gereği taraf oldukları kişileri, baskı ve korkulardan uzak, en iyi şekilde değerlendirmeleri, hakimlerin de maddi deliller ve yasalar haricinde kalan her faktör için kör olmaları ve tarafsız kararlar almaları gerekir.

Ekonominin unsurları ancak bu denli güveniliilr bir yargı sistemi olduğunda gelişebilir.

Yabancı sermayenin kendini güvende hissetmesinin yegane sebebi olmasını geçelim, yerli ekonomi için de herhangi bir uyuşmazlık durumunda ya da yanlış uygulamada,  ihtilafların adil ve hakkaniyetli bir şekilde çözülmesi, hayati önem taşır.

Kanunlarca suç kabul edilen bir eylem gerçekleştiğinde, öznesinin kim olduğuna bakılmaksızın, eşit olarak uyguanacak cezai yaptrımlar, toplumsal düzenin sağlanması için önemlidir.

Ancak bu şekilde bilim üretmekle yükümlü olan kurumlar özgürleşşebilir ve özgüveni yüksek, işini doğru yapan bireyler yetiştirebilir.

Zaman geçirilmeden, ülkenin tarım, hayvancılık ve başta katma değeri yüksek sektörler olmak üzere sanayinin hemen her alanında geliştirici politikalar üretilmeli ve bu politikalar hükümet değil, devlet politikası olarak uygulanmalıdır.

Yeni teknolojiler üretmek için, örnek vermek gerekirse, uzun ömürlü ve kolay yenilenebilen pil üretimi gibi konularda başta üniversiteler olmak üzere ilgili kamu ve özel kurumların harekete geçirilmesi için düzenlemeler yapılmalıdır.

Daha çok konu var ve yazmakla bitecek gibi görünmüyor...

Ancak her şeyin temelinde acil olarak gündeme taşınması gereken konular,  adalet, eğitim, ekonomi ve diplomasi...

Çünkü bu ülkenin daha fazla kaybedecek zamanı kalmadı.