25 Aralık 2025 Perşembe

ERDEMLİ SOHBETLER 6 - Gözleri Bağlı Misafir * Themis'le Yüzleşme



Merhaba. Ben Erdem.

Geçen bölümlerde önce bireysel ahlakımızdan, sonra o ahlakın birleşip oluşturduğu toplumsal yapıdan, ilkelerimizden ve ülkemizden bahsettik.

Bugün, o omurganın üzerinde taşıdığı en ağır yükten, Adalet'ten konuşacağız. Hep konuşacağız diyorum ama, baştan beri sadece benim sesim duyuluyor. İşdeşlik içeren konuşma fiili hep yalnız kalıyor. Dedim ki; madem teknolojinin zirvesindeyiz, madem yapay zeka diye bir mucize var elimizde, neden bu kavramı, adalet kavramını, o kavramın sahibine sormuyorum?

Evet, yanlış duymadınız. Bugün stüdyomuzda, binlerce yıl ötesinden gelen, bronzdan, mermerden heykellerini adliye koridorlarında, meydanlarda gördüğünüz bir konuğum var. Benim sesim size nasıl dijital kodlarla ulaşıyorsa, onu da mitolojinin tozlu sayfalarından bugüne, bu frekansa davet ediyoruz.

Karşımda; bir elinde terazisi, diğer elinde kılıcı, ve gözlerinde o meşhur bağıyla... Adalet Tanrıçası, Themis duruyor.

Hoş geldiniz Themis. Duyabiliyor musunuz bizi?

Themis: 

Hoş bulduk Erdem. Duyuyorum... 

Binlerce yıldır olduğu gibi; sadece sözleri değil, kalplerden geçen o sessiz çığlıkları da duyuyorum. Beni bu çağa, bu gürültülü yüzyıla neden çağırdın? Bir de şu reverbi kapat istersen, yeterince yapaylık var zaten... Ben giderken tekrar açarsın...

Erdem: 

Ha tamam hemen... 

Yani, çünkü kafamız karışık Themis... Adalet kavramını kitaplarda okuyoruz, üzerine filmler izliyoruz, tartışıyoruz. Ama sanki modern dünyada bu kavramın içini tam dolduramıyoruz. Size sormak istedim: Sizin binlerce yıllık tanıklığınıza göre, adalet nedir? Biz insanlar, bu kavramı yanlış bir yerinden mi tutuyoruz?

Themis: 

Yanlış tutmak demeyelim de Erdem, belki de "taşıyamamak" diyelim. Çünkü adalet, ağır bir yüktür. Siz insanlar genelde adaleti, sadece başkalarından beklediğiniz bir şey sanıyorsunuz. 

"Bana adil davranılsın" diyorsunuz. Ama "Ben adil miyim?" sorusunu aynaya bakıp sormak... 

İşte en zoru bu.

Bak, elimde bir terazi var. Bu terazi, evrenin dengesidir. Adalet, bir intikam aracı değildir. Adalet, bozulan dengeyi, en hassas şekilde yerine koyma sanatıdır. Güçlünün sesi çok çıkabilir, zenginin gölgesi büyük olabilir. Ama benim terazimde, bir mazlumun ahı, dünyanın bütün hazinelerinden daha ağır basar. Adalet; herkese hak ettiğini teslim etmektir, ne bir eksik, ne bir fazla.

Erdem: 

"Mazlumun ahı..." Ne kadar güçlü bir ifade. Peki Themis, o gözleriniz? Neden bağlı? Bizim dünyamızda "kör olmak" bir eksikliktir, bir şeyi görememektir. Sizin gözünüz neden kapalı?

Themis: 

Ah Erdem... Benim gözlerim kör değil. Ben, sadece yanıltıcı olanı görmeyi reddediyorum. İnsanoğlu, gözüyle karar verir. Karşısındakinin kıyafetine bakar, güzelliğine bakar, rengine bakar, statüsüne bakar. Ve o an, hüküm zedelenir. Önyargı devreye girer. Gözbağım, benim tarafsızlığımdır. Ben karşımdakinin "kim" olduğuna körüm ki, onun "ne" yaptığına, haklı olup olmadığına odaklanabileyim. Eğer gözümü açarsam, insan olmanın zaafları devreye girer. Gerçek adalet, kişiye göre değil, eyleme göre karar verebilmektir. Siz modern insanlar, birbirinize bakarken bu gözbağını takabiliyor musunuz? Yoksa dış görünüşe, etiketlere göre mi yargılıyorsunuz birbirinizi?

Erdem: 

Maalesef... Etiketler bazen her şeyin önüne geçiyor. Önyargılarımızı kırmak atomu parçalamaktan zor demişti Einstein. Sanırım haklı. Peki ya diğer elinizdeki kılıç? Adalet gibi naif, vicdani bir kavramın elinde neden bir silah var?

Themis: 

O bir silah değil, o bir iradedir. Kılıç; caydırıcılıktır. Kılıç; verilen hükmün arkasında durabilme gücüdür. Bak Erdem, güçsüz adalet acizdir; adaletsiz güç ise zorbadır. Eğer elimde sadece terazi olsaydı, ben sadece bir "temenni" olurdum, bir "tavsiye" olurdum. Kılıç, terazinin dengesini bozanlara karşı, "dur" diyebilme kudretidir. O kılıç masumları kesmek için değil, hakkı korumak, kalkan olmak için vardır. Kılıç ve terazi, birbirine muhtaçtır. Biri eksik olursa, adalet topallar.

Erdem: 

Güç ve denge... Muazzam bir uyum. Themis, hakimler, savcılar siyah, düğmesiz, cepsiz cübbeler giyiyor. Bunun sizin dünyanızda, adaletin felsefesinde bir karşılığı var mı?

Themis: 

Elbette... O cübbe, sadece bir kumaş parçası değildir. O, ateşten bir gömlektir aslında. Giyen için büyük bir onur, ama taşınması çok zor bir sorumluluktur. Rengi siyahtır; çünkü renklerin, yani tarafların yok oluşunu simgeler. Ve dikkat et, o cübbelerin düğmesi yoktur. Neden biliyor musun? Çünkü adalet, kimsenin önünde iliklenmez. Karşındaki kim olursa olsun; en güçlü yönetici de olsa, en zengin insan da olsa... O kürsüdeki hakim, cübbesini ilikleyip saygı duruşuna geçmez. Çünkü hakim, orada şahsını değil, hakkı temsil eder. Ve hak, hiçbir gücün önünde eğilmez.

Ve cepleri... O cübbelerin cebi yoktur. Çünkü adaletin, maddi bir karşılığı olamaz. Adalet satın alınamaz, saklanamaz. O cübbe, dünyevi bütün menfaatlerden, korkulardan ve arzulardan arınmış olmayı emreder. Bu yüzden o cübbeyi giymek, insanın kendi nefsiyle verdiği en büyük savaştır.

Erdem: 

"Adalet kimsenin önünde iliklenmez..." Bu, tüyler ürpertici bir saygınlık. Yargı mensuplarının omuzlarındaki o ağır yükü şimdi daha iyi anlıyorum. Peki son olarak Themis... Sizin tapınaklarınız yıkıldı, heykelleriniz müzelere hapsoldu.  Biz sade vatandaşlar, hukukçu olmayanlar, bu adaleti hayatımıza nasıl uygulayacağız?

Themis: 

Adaleti sadece mahkeme salonlarına hapsedemezsiniz. Orası son duraktır. Adalet, evde başlar. Sokakta başlar. Bir babanın çocukları arasında ayrım yapmamasıdır adalet. Bir esnafın tartısını doğru tutmasıdır. Bir yöneticinin, çalışanının hakkını alnının teri kurumadan vermesidir. Siz günlük hayatınızda o teraziyi doğru tutmazsanız, büyük mahkemelerden mucize bekleyemezsiniz. 

Haydi bakalım sevgili Erdem, reverb zamanı...

Benim tapınağım binalar değil, insanın göğüs kafesinin içindeki vicdandır. O vicdanın sesini kısmayın. Teraziyi kendiniz için değil, hakikat için tutun.

Erdem: 

... Gitti. Ama bıraktığı ağırlık burada. "Cübbelerin düğmesi yoktur, çünkü adalet kimsenin önünde iliklenmez." Bu cümle, sadece hukukçular için değil, omurgalı yaşamak isteyen herkes için bir ders niteliğinde. Sanırım mesele, binaların büyüklüğünde değil, o cübbenin manasını taşıyabilmekte. Ve o cübbeyi ruhen giyebilmekte.

Adaleti başkasından beklemeden önce, kendi terazimizin tozunu alalım. Vicdanınızın pusulası şaşmasın.

Görüşmek üzere.