Hesap makinesini bir kenara bırakabildiniz mi? Yoksa hayat, "ilkeli olmak" için fazla mı pahalı geldi?
Geçen sefer, sonuç odaklı kurnazlıkla, ilke odaklı duruş arasındaki o kadim savaştan bahsetmiştik. "Kâr etmedim ama insan kaldım" demenin lezzetinden söz etmiştik. Ama dürüst olalım; o lezzet bazen boğazda düğümleniyor, değil mi? Yutkunması zor oluyor.
Çünkü ilkeli olmak, dünyanın en pahalı lüksüdür.
Merhaba, ben Erdem.
Bugün biraz bu faturadan, bu bedelden konuşalım. Öyle romantik kitaplardaki gibi, filmlerdeki gibi "kahraman" olmaktan bahsetmiyorum. Gerçek hayatta ilkeli olmanın ne kadar can yaktığından, ne kadar yalnızlaştırdığından bahsedelim.
Bir düşünün. İlkeleriniz bugüne kadar size ne kaybettirdi?
Eğer bu soruya verecek bir cevabınız yoksa, eğer "hiçbir şey kaybetmedim, aksine hep kazandım" diyorsanız, üzgünüm ama muhtemelen prensipleriniz yok; sadece tercihleriniz var. Çünkü prensipler, sadece işler zorlaştığında test edilir. Hava güneşliyken, her şey yolundayken dürüst olmak kolaydır. Cebiniz doluyken hırsızlık yapmamak erdem değildir. Önemli olan, sıkıştığınızda, kaybettiğinizde, o uçurumun kenarındayken ne yaptığınızdır.
İlkeli insan, genelde ortamların "oyunbozanı"dır. Herkesin "idare ettiği", herkesin "görmezden geldiği" o toplantı masasında, elini kaldırıp "Ama bu yaptığımız doğru değil" diyen o gıcık tiptir. Herkes o "kısa yoldan köşeyi dönme" planına kıkırdayarak ortak olurken, "Ben yokum" diyerek masadan kalkan o sevimsiz kişidir.
Ve toplum, oyunbozanları sevmez.
Size ne derler biliyor musunuz? "Uyumsuz." "Geçimsiz." "İdealist." (Bunu bir hakaret gibi söylerler.) Ve en meşhuru: "Enayi."
Modern dünya bize sürekli "esnek" olmamızı öğütlüyor. "Su gibi ol" diyorlar, "kabın şeklini al." İş hayatında, siyasette, sosyal ilişkilerde en büyük erdem "uyumlu olmak" gibi pazarlanıyor. Ama bir dakika... Biyolojide omurga, esnemek için değil, dik durmak için vardır. Sürekli esneyen, her kabın şeklini alan, her rüzgarda eğilen bir şeyin omurgası olabilir mi? Siz hiç omurgası olduğu halde her delikten geçebilen bir canlı gördünüz mü? Ben gördüm; adına yılan diyorlar.
İlkeli olmak, işte o omurgayı koruma inadıdır. Ve bu inat, sizi yalnızlaştırır. O "çok kazanan" arkadaş grubunuz azalır. O "iş bitirici" çevreniz dağılır. Terfi beklediğiniz o koltuğa, sizden daha az yetenekli ama daha "esnek" biri oturur.
Peki, buna değer mi? Elde avuçta bir şey kalmayacaksa, o koltuklara başkaları oturacaksa, neden direniyoruz?
Çünkü insan, sadece başkalarıyla değil, en çok kendisiyle yaşar.
Akşam eve gidip kapıyı kapattığınızda, o sessizlikte baş başa kaldığınız kişiyle aranız nasıl? Onu seviyor musunuz? Yoksa onunla göz göze gelmekten utanıyor musunuz? İlkeli olmak, o aynadaki adamla veya kadınla kavga etmemektir. İlkeli olmak, başınızı yastığa koyduğunuzda, "Belki cebim boş ama ruhum satılık değil" diyebilmenin o derin, o huzurlu uykusudur.
Bize hep "Hayır" demenin kabalık olduğu öğretildi. Oysa "Hayır", bir karakterin en temel yapı taşıdır. Yanlışa "Hayır" diyemeyen birinin, doğruya "Evet" demesinin hiçbir hükmü yoktur. Sizin "Hayır"ınızın bir fiyatı var mı? Tavrınız bir yemek ısmarlanınca mı yumuşar, bir ihale verilince mi yumuşar, yoksa "Hayır"ınız, dünyaları verseler değişmeyecek bir duvar mı?
Eğer o duvar sağlamsa, evet, belki biraz yalnız kalırsınız. Belki biraz daha yavaş yükselirsiniz. Belki o lüks arabalara biraz daha geç binersiniz ya da hiç binemezsiniz.
Ama unutmayın; hızlı yükselenler, genelde ağırlıklarından kurtulanlardır. Ve bir insanın ilk feda ettiği ağırlık, genelde onurudur. Siz, ağır kalın. Siz, yerinizde sayıyormuş gibi görünün ama kökleriniz derine insin.
Bugünkü ödeviniz, kendinize şu soruyu sormak olsun: "Benim kırmızı çizgim nerede?" Hangi noktada "Buraya kadar!" derim? Maaşım kesilse de, arkadaşlarım küsse de, fırsatlar kaçsa da; asla taviz vermeyeceğim o ilke nedir?
Eğer bu çizginin yerini bilmiyorsanız, bir gün biri gelir ve o çizgiyi sizin adınıza çizer. Ve inanın, o çizilen yer hiç hoşunuza gitmez.
İlkeli olmak zordur. Pahalıdır. Yalnızdır. Ama onurlu bir yalnızlık, kalabalık bir utançtan evladır.
Aynadaki o kişiye iyi bakın. Onu sevmeye devam etmek, sizin elinizde. Görüşmek üzere.

