5 Ağustos 2013 Pazartesi

Uç Üç Uç



Benjamin, sevgili dostum. Pazartesileri kırmızıya boyama vakti geldi mi dersin? Sen seversin kırmızıyı. Peki sabaha görüşürüz, saymaya başla...


Üç deyince zıplayan tüm kelaynak kuşları, sabit gözlerle yakınlarının yaralarını sarıyordu. Bindikleri otobüs daha sarı olamazdı gerçi.


Akıllarına gelen ilk fikir bu değildi. Terazinin bir kefesinin hep ağır gelmesine hiç aldırmıyor gibiydiler. Ama değildiler de aynı zamanda... Belirsiz bir sis bulutu kaplamıştı saatlerindeki akreple yelkovanın arasında kalan düzlükleri...


Bugün dediler, saymak istediğimiz bıldırcınlar kadar ayakta kalabiliriz. Diğer günlerde ne saydıklarını bilmiyorlardı.


Bazı parmaklıklar peşleri sıra çıka geldi. Soğuk olmasalar, belki sıcak bir resim verebilirlerdi ama olamıyordu bir türlü... Arkalarındaki masmaviliğe rağmen...


Sıkça sorulan soruların hepsini silmişti dağ çobanları. Geriye kalan cevaplar sahipsizce oradan oraya savrulurken, gözyaşlarını tutamayan kelebekler bile gençlere konabiliyordu artık.


Zaman alıyordu tabi. Ama zamandan bol ne var dedi süklüm püklüm olmayı reddeden herkes. Senkron kaymaları yaşansa da, hep bir ağızdan haykırmak adet olmuştu su kenarlarında...


Eğer anlatılanlar doğruysa, bu hikayeyi yazan şapkalı adam, renkten renge girse de hızını alamadığı zamanlarda başvurduğu metodları unutmuş olabilirdi.


Sen nereden bileceksin demeyi ihmal etmiş olsa gerek, sorduğu her soruda biraz daha çamur rengini alıyordu o hep giydiği kareli gömleği.


Belki kimse şaşırmazdı günün birinde ama hala durumu hayretle karşılayıp, hesap makinelerini ceplerinden itinayla çıkartmaya çalışırken, eşitliğin diğer tarafında kalanların sayısı bile ürpertmeye yetiyordu...


Sıcak yazların bin yıllık hareketsizliği bile adımlarına engel olamamıştı neyse ki. Ama erozyon suyla başlar suyla biter... Yağmuru bekleyecek sabrı kalmadıysa, ne izleteceksiniz diye sormazlar mı benekli baykuşlara?


İşte duvarların ardında, tam da bunlar konuşuluyordu diye geçirdi içinden. Ve yine neyse ki kapsama alanını hesaplayacak kadar matematik bilgisi de vardı...


Benden bu kadar dediğini duymamış gibi yapan danışmanlarına döndü ve bir kez daha sordu, Şşşş... Öksürüğü siz de duydunuz mu?


Korkunun ıslattığı saçlarının, yüzüne yapıştığında çıkan şekillerden medet ummak ne kadar doğruysa, bildikleri soruları kesmeye devam edenlerin de sonu aynı olacaktı. Fark ettirmeden uzaklaşsalar da bu böyle.


Evet. Sevgili kadim dostum Benjamin. Sıkıldıysan dörder dörder saymaya devam etmeden önce bir günün tarihte alacağı yerin, o güne sığamayacağını da göz önünde tut istersen.


Tut ki kaçmasın. Bunu sen bile istemezsin.


Güven bana...