4 Ağustos 2013 Pazar

Birinci Kısım

Miyavlamayı bilen balerinlerin sessiz çığlıklarını gizliden gizliye izleyen bir hipopotamın tarifsiz gururu vardı gözlerinde. Evet ama dedi, ben saçımın her bir teline ayrı ayrı öksürmeseydim, olabilecekleri düşünebiliyor musunuz?..

Haklıydı. Ayrıca pembe küp şeker sevenler cemiyeti yönetim kurulunda dönen dolapları bir tek o biliyordu. Susması gerektiğini de.

Bir süre kaşındıktan sonra kararını verecekti.

Evet belki de...

Dünyanın ilk kutup papağanı ona göz kırpmıştı, bu doğruydu. Peki ama ya 19. sincap yediği 43. cevizi hatırlıyor muydu?

Durum gittikçe sarpa sardığından mıdır nedir, kimse parlayanın, dişleri mi yoksa ay ışığı mı olduğundan emin değildi.

Geriye yapılacak 704 börek kalmıştı. Hem de domateslerin çürüdüğü bir gecede...

Bilmeden çözdüğü bu kaçıncı dosya olamazdı haliyle. Ama yılmadı. Trene binmekten son anda vazgeçtiğini hatırladı.

Bu inanılmaz tesadüf bile, uzun bir gölgeden kaçtığı yaş gününde tanıştığı sevgili dostu Benjamin'den daha kırmızı olamaz diye düşündü.

Uçmak yerine zıplamayı tercih eden karga bile bu durumdan endişelendiğini gizleyemezken, ona ne oluyordu ki, şapkasını bir kez daha çıkarttı. Bunu yaparken, içinden kaç kez saygısızlığın lüzumu yok diye geçirdiğini o bile unutmuştu.

Ama önemli olanla olmayan neydi biliyordu.

Daha 12 gün önce aldığı pikabın taksitlerini bile bitirememişken, kararsızlığına anlam verdiği kişilerden bir kaçı gibi davranmaya başlamıştı.

Tıpkı geldiği dağlarda söylenen türkülerde olduğu gibi, aksak bir ritm arıyordu aslında. Bulduğu tek şeyse, ağrı kesici bir ilaçtı.

Tarihi geçmiş dediği polonya otobüs biletinin arkasında gördüğü şiir bile daha muntazam yazılmıştı. İşte o an anlamıştı.

Yazacağı hiç bir şey, o anlama gelmiyordu. Ne demek istediğini ona daha önceden fısıldayan psiko-sosyal araştırmalar bile yetersiz kalmıştı.

Amaçsızca dolaşan kedi onu kendine getirmeye yetmişti. Artık pilav yerken tv izlemem yanlış olur diye düşündü. Reklamlarını atlayarak izliyordu üstelik. Ne ayıp şey...

İrlandalı bekçiler birleşin. Okuduğu son kitaptan hatırladığı tek şey buydu. Ona kalsa bağlantıya geçtiği eski arkadaşları da süt içerdi.

Ama denge bozulmuştu bir kere... Unutmakta zorlandığı bir isim her şeyin anahtarı olabilirdi.

Tamamı gözünün önüne gelmese de çocukluk anıları hiç olması gerektiği gibi değildi. Bu işte bir terslik var diye düşünmesine bir engel de yoktu.

Ya tekrar öksürecekti saçlarına, ya da hiç bir şey olmamış gibi birinci bölümün sonuna geldiğini haykıracaktı tüm dünyaya. Ne yapacağını yazdığı küçük kağıda baktı.

Evet doğru yol buydu!