18 Ocak 2018 Perşembe

Ya … ya da …

İlke, TDK sözlüğüne göre;
a. 1. Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip. 2. Temel bilgi. 3. Öge. 4. Davranış kuralı. 5. man. Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, umde, prensip.

Yazık ki sosyal yapımız birey olarak prensip sahibi insanlar olarak yetişmemize çok izin vermiyor. Yani insanların kendilerine ait doğruları yok. Herhangi bir konuda karar vermek için ilkeler üzerinden değil, söylemler üzerinden hareket etme alışkanlığımız var.

Kişilerin ağzından çıkanlar, zaman içinde değişkenlik gösterse bile, sırf o söylediği için doğrudur diyerek peşinden gidiliyor… Bariz farklılıklar çıkarsa da gayet rahat şu tarihten sonrakiler geçerlidir denebiliyor mesela…

Böyle olunca da söylenenlerin içi boşalıyor, söyleyen ne anlam yüklüyorsa o anlaşılıyor. Hele ki bir de hit alıyorsa, raitingi varsa…

En çok revaçta olanlar da bir takım kısaltmalar yapılarak, şuculuk buculuk üzerinden, kendi gibi olmayana yapıştırılan yaftalar. “Olmayana” demek zorunda kaldım, çünkü düşünme eylemi zaten hepten başkalarına devredilmiş durumda…
Sen benden değil misin, beni istemiyor musun, o zaman şucusun. Her ne olursan ol…

Belli bir akımın içinde misin, o akımın söylemleri bilmem ne akımınınkilerle örtüşüyor mu, o zaman katmerli bucusun…

E bunlar bir de 40 değil, her Allah’ın günü, her fırsatta, her mecradan söylenince, yeni doğrular halini alıyor…

Çok bilinen kaynar su – kurbağa hikâyesinde de olduğu gibi, yavaşça ısıtılan suyun içindeki kurbağalar gibiyiz…

Neredeyse 40 yıldır, Pazartesi sabahları ve Cuma akşamları bayrak törenlerinde selam durulan büstten ötesini bilmeyen bir nesil yetişti maalesef.

Önderin kurucu prensiplerini anlayıp içselleştirmek yerine, sadece adı yüceltildi. Üstelik bu yapılırken, neredeyse kendisinden daha yüce bir varlığın direktiflerini ileten başka bir manevi şahsiyetin ( anlamayanlar için Hz. Muhammed ) yerine konuyor gibi algılandığı için, toplumun büyük bir kısmı içten içe itiraz ettiği halde…

Bu büyük topluluğun büyük bir kısmı, “İkra” ( Oku ) ile başladığı halde, esas kaynağını okumadan, yine söylenenlerin peşinden gittiği için de nereye çekilirse oraya yöneldi… Kullanım kılavuzlarını da okumuyoruz misal…

Devam etmeden önce, buraya kadar olan kısmı sindirmek için biraz düşünün. Söz veriyorum acıtmayacak…

Şimdi, yaklaşık 100 yıl öncesine gidiyoruz.

Dünya üzerinde ne kadar ekskavatör güç varsa, alenen bu topraklarda taş taş üstünde bırakmamacasına girişmiş ve ne olmuş biliyor musunuz? Karşılaştırma olsun diye söylüyorum, bunlar sapan gücüyle defedilmiş. Ülkede zamanını okuyamayan, ya da buna aldırış bile etmeyen bir yönetim olduğu halde.

Vatanım Sensin izleyen bilir, sonrasında canhıraş bir savaş ve çağın uygar toplumları tarafından da benimsenen cumhuriyet ( bu 3 ya da 4. sezonun finaline denk gelir sanırım ) yönetimi dönemi.

Bu dönemde yönetimin işleyişi rahatlıkla zamanının İtalya’sı ya da Almanya’sı gibi olabilecekken ne olmuş? Evet, bravo! TBMM.

Kurucu ilkeler harfiyen uygulanmış, bu kez ülke geneline yayılan savaş alanından arta kalan enkazın üzerine yepyeni bir devlet kurulmuş. Atılan her adım, TBMM onayı ve denetiminde olmak üzere…

Köy enstitülerinde radyolardan yükselen Tchaikovsky eserleri eşliğinde…
Bugün hala tepe tepe harcanan her ne miras varsa, işte o dönemde yapılanların meyvesidir.

Dolayısıyla, bu ülkenin insanları, birlik olma konusunda da, üretmek konusunda da, ve daha pek çok alanda, rüştlerini ispatlamıştır.

Ama işte, sonraki 40 yıl kısık, ondan sonraki 40 yılda da harlı ateşe maruz bırakıldığımız için bir şeyleri fark etmiyor gibiyiz artık. Bir de tabi, iletişim çağının doğru-yanlış bilgi bombardımanı yüzünden zihinler berraklığını yitirdi biraz da…

Bir sindirme molası daha…

Bugün, şöyle bir seçimin eşiğindeyiz. Ya … , ya da ….

Çok uçlarda, bizden sonraki nesilleri de etkileyecek sonuçlar doğuracak bir seçim.

Bu seçimi kimler yapacak? Sen, ben, bakkal, taksi şoförü, herkes… Bunların içinde yanlış yönlendirilmiş, zihinleri berrak olmayan da bir dolu insan var. İthalleri saymıyorum. Anketçi abiler her akşam televizyonda işte, yüzde şu kadar bu, yüzde şu kadar şu anlatıyorlar…

Peki bu insanlara nasıl ulaşılacak?

Holiganlar gibi bağırarak mı? Geçiniz efendim, herkes kendi işini yapsın. Mamafih hukuk insanlarına da ihtiyaç var sonrasında…

Ritimsiz sloganlarla mı? Her duyduğumda, ilkokul 1. sınıfta öğretmenin defterlerinizi açtınız mı çocuklar sorusuna hep bir ağızdan verilen “aaaaaçtıık” cevabı geliyor aklıma…

Kalın bıyıklı, yeşil parkalı devrimcilerle mi? Onlar 1970’lerde kaldı…

Yazık ki, tekrar, insanlara geleceklerinin teminatının hangi tercihte olacağı, bir deterjan nasıl pazarlanıyorsa, herkesi kapsayacak şekilde anlatılmalı.

Bu ülkenin hak ettiği şekilde bir gelire, daha çok üretmeye, sağlıklı bireylere vs vs başka ülkelerin insanlarının faydalandığı her ne varsa, bu ülkenin insanları da aynını hak etmektedir.

Bunun için kuruluş ilkeleri ( unutanlar için, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik ve önemlisi, bunlar bir siyasi partinin ya da hükümetin değil, devletin ilkeleridir. Hükümet ile devlet arasındaki farkı bir başka yazıya bırakalım artık ) doğrultusunda çağdaş bir ülkenin yeniden yapılandırılması için yapılacak gerçekten, ama gerçekten çok iş var.

Sevgiler.